Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


 
AnasayfaAnasayfa  GaleriGaleri  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  

 

 Mimar Sinan (1489 - 1588)

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
PaTRoN
Admin
Admin
PaTRoN


Mesaj Sayısı : 656
Rep : 3
Kayıt tarihi : 15/09/09
Yaş : 33
Nerden Nerden : Trabzon

Mimar Sinan (1489 - 1588) Empty
MesajKonu: Mimar Sinan (1489 - 1588)   Mimar Sinan (1489 - 1588) EmptyÇarş. Eyl. 16, 2009 6:37 pm

Mimar Sinan (1489 - 1588)

Türk,
mimar. Dünyanın en büyük yapı sanatçılarından biridir. Kayseri'nin
Ağırnas köyünde doğdu, 17 Temmuz 1588'de İstanbul'da öldü. Doğum tarihi
kesin değildir. Ailesine ve yaşamına ilişkin kimi zaman yetersiz ve
çelişkili bilgiler, çağdaşı Sâi Mustafa Çelebi'nin onun ağzından
yazdıklarına, mimarbaşı olduğu dönemden kalan yazışmalara, kendi
vakfiyesine ve yazarı bilinmeyen belge ve kitaplara dayanmaktadır.
Kaynaklara göre Sinan, I. Selim (Yavuz) padişah olduktan sonra
başlatılan ve Rumeli'de olduğu gibi Anadolu'dan da asker devşirmeyi
öngören yeni bir uygulama uyarınca 1512'de devşirilerek İstanbul'a
getirildi. Orduya asker yetiştiren Acemi Oğlanlar Ocağı'na verildi,
1514'te Çaldıran Savaşı'nda 1516-1520 arasında da Mısır seferlerinde
bulundu. İstanbul'a dönünce Yeniçeri Ocağı'na alındı.

I.
Süleyman (Kanuni) döneminde 1521'de Belgrad, 1522'de Rodos seferlerine
katıldı, subaylığa yükseldi. 1526'da katıldığı Mohaç seferinden sonra
zemberekçibaşı (baş teknisyen) oldu. 1529'da Viyana, 1529-1532 arasında
Alman, 1532-1535 arasında da Irak, Bağdat ve Tebriz seferlerine
katıldı. Bu son sefer sırasında Van Gölü'nün üstünden geçecek üç
geminin yapımını başarıyla tamamlaması üzerine kendisine haseki unvanı
verildi. 1536'da Pulya (Puglia) seferlerine katıldı. 1538'de yer aldığı
Karabuğdan (Moldovya) seferi sırasında Prut Irmağı üstünde yaptığı bir
köprüyle dikkatleri üstüne çekti. Bir yıl sonra mimar Acem Ali'nin
ölümü üzerine onun yerine sermimaran-ı hassa (saray baş mimarı) oldu.
Günümüzdeki bayındırlık bakanlığına eş düşen bu görevi ölümüne değin
sürdürdü.

Mimar Sinan, Osmanlı İmparatorluğu'nun en güçlü olduğu
çağda yaşamıştır. I. Süleyman (Kanuni), II. Selim ve III. Murat olmak
üzere üç padişah döneminde mimarbaşılık etmiş, imparatorluğun gücünü
simgeleyen mimarlık başyapıtlarının tasarlanıp uygulanmasında birinci
derecede rol oynamıştır. Etkisi ölümünden sonra da sürmüş, her dönemde
saygınlığını korumuştur. Atatürk ona ilişkin bilimsel araştırmaların
başlatılmasını, onun bir heykelinin yapılmasını istemiştir. 1982'de
İstanbul'daki Devlet Güzel Sanatlar Akademisi çekirdek olmak üzere
oluşturulan yeni üniversiteye onun adı verilmiştir. Sinan'ın
yetişmesine ilişkin doyurucu bilgi yoksa da, dülgerliği Acemi Oğlanlar
Ocağı'nda öğrendiği sanılmaktadır. Acemi Oğlanlar, başka işlerin yanı
sıra yapı işlerinde de görevlendirilirlerdi.

Sinan daha sonra
ordunun yapı gereksinimini karşılayan birimlerinde görev almış,
buradaki çalışmalarıyla öne çıkmıştır. Gerek ordunun bu birimleri
tarafından usta-çırak ilişkisi içinde gerçekleştirilen yapım ve onarım
çalışmaları, gerek orduyla birlikte gittiği yerlerde görme olanağı
bulduğu yapılar, Mimar Sinan'ın eğitiminin parçası olmuştur. Çeşitli
kaynaklara göre Sinan 84 cami, 52 mescit, 57 medrese, 7 okul ve
darülkurra, 22 türbe, 17 imaret 3 darüşşifa, 7 su yolu kemeri, 8 köprü,
20 kervansaray, 35 köşk ve saray, 6 ambar ve mahzen, 48 hamam olmak
üzere sayılamayanlarla birlikte üç yüz elliyi aşkın yapı
gerçekleştirmiştir.

Elli yıla yakın bir süre!Osmanlı
İmparatorluğu'nun mimarbaşılığını yapmış olmasına karşın, bunların
hepsini onun tasarlayıp uygulamış olduğunu söylemek güçtür. Çoğunluğu
İstanbul'da olmak üzere imparatorluğun her yanına dağılmış bulunan bu
yapıların bir bölümünü öğrencileri ya da ona bağlı mimarlar örgütü
yapmış olmalıdır. Bunların arasında onarımlar da vardır. Bu tür sayılar
Sinan'a gösterilen saygıyı ortaya koyar. Onun asıl önemi, yapılarında
gerçekleştirdiği deneyler ve getirdiği yeniliklerle Osmanlı-Türk
mimarlığını "klasik" olarak adlandırılan doruğuna ulaştırmasındadır.

Sinan
mimarbaşılığından önce de askeri amaçlı olmayan yapılar tasarlamış ve
uygulamış olmalıdır. Ama ilk önemli yapıtı İstanbul'da ki Şehzade
(Mehmed) Camii'dir. Kendisinin çıraklık dönemi yapıtı olarak
nitelendirdiği bu cami, dört ayağın taşıdığı ve dört yarım kubbenin
desteklediği bir kubbe ile örtülüdür. Dış görünüşlerin kitlesel etkisi
azaltılmış, içerde ise daha aydınlık bir mekân oluşturma yoluna
gidilmiştir. Onu izleyen Üsküdar'daki Mihrimah Sultan Camii'nde ise
yarım kubbelerin sayısı üçe indirilerek daha rahat bir iç mekân
araştırılmıştır. Osmanlı-Türk mimarlığının en önemli yapılarından biri
Süleymaniye Camii ve Külliyesi'dir. Sinan kalfalık dönemi yapıtı olarak
adlandırdığı bu yapıda İstanbul'daki Bayezid Camii'nde kullanılan
taşıyıcı sistemi yinelenmiş, dört ayak üstüne oturan kubbeyi
giriş-mihrap yönündeki yarım kubbelerle desteklenmiştir.

Bu,
Ayasofya ile ortaya atılan strüktür sorunun, onun tarafından bir kez
daha ele alınışıdır. Süleymaniye, darülkurrası, darüşşifası, hamamı,
imareti, altı medresesi, dükkânları ve Kanunî Süleyman ile Hürrem
Sultan'ın türbeleriyle büyük bir alana yayılmış kentsel bir
düzenlemedir ve Türkler'in dinsel yapılara toplumsal hizmet yapısı
içeriği katmalarının en önemli örneğidir. Kubbe ve yarım kubbeler,
yüklerini, uyumlu geçişlerle bir sonrakine iletirler. Yapı bu düzenden
gelen bir dinginlikle, İstanbul'un Haliç'e bakan tepelerinden birinde
yer alır. Dönemin önde gelen tüm sanatçılarının katkıda bulunduğu
Süleymaniye, her ayrıntısıyla bir bütün olarak ele alınmıştır. Yedi yıl
gibi kısa bir sürede bitirilmiş olması Sinan'ın mimarlıkta olduğu kadar
örgütleme alanındaki dehasını da ortaya koyar. Yapının yapıldığı döneme
ışık tutan muhasebe defterleri de günümüze kalmıştır. Sinan yapı ile
çatı örtüsü için en yetkin taşıyıcı sistemi, en yetkin biçimi bulmak
yolunda deneyler yapmış, hatta zaman zaman geçmişte kullanıp sonra
terkedilen yöntemleri yineleyerek bunların nasıl ileri
götürülebileceğini araştırmıştır. Kimi zaman bu tür deneyleri birbirine
koşut olarak sürdüğü de görülür.

İstanbul'daki Sinan Paşa Camii
gibi kimi yapıları, kubbeyi altıgen bir plana oturtmayı denemesiyle
Edirne'deki Üç Şerefeli Cami'yi anımsatır. Edirnekapı'daki Mihrimah
Sultan Camii'nde olduğu gibi ana mekânı tek bir kubbeyle örten
camileri, erken Osmanlı dönemi camilerini düşündürür. Denemelerinin en
ilginçlerinden biri gene İstanbul'daki Piyale Paşa Camii'dir. Burada
kökenleri erken Osmanlı döneminden de önceye giden ve yapıyı çok sayıda
küçük kubbe ile örten çok ayaklı cami şemasını ele almıştır. Bütün bu
deneyler onu başyapıtlarından birine, Edirne'deki Selimiye Camii'ne
götürdükleri için önemlidir.

Sinan ustalık dönemi yapıtı olarak
nitelendirdiği bu camide daha önce İstanbul'daki Rüstem Paşa Camii'nde
çözmeye çalıştığı bir sorunu, yani kubbeyi sekizgen bir plan üstüne
oturtma düşüncesini uygulamıştır. Böylece, taşıyıcı ayaklar incelmekte,
yükleri ileten öğelerin küçülmesiyle de kubbe, yapıdaki en önemli mekân
belirleyici öğe durumuna gelmektedir. Sinan burada 31 m'yi geçen
çapıyla en büyük kubbesini gerçekleştirmiştir. Külliye'nin öteki
yapıları camiye göre arka planda tutulmuştur. Selimiye, strüktüründen
mekân oluşumuna, oranlarından süslemelerine kadar Klasik dönem
Osmanlı-Türk mimarlık bireşiminin dilini ortaya koyan, kurallarını
belirleyen çok önemli bir başyapıttır.

Sinan, öteki yapıtlarında
da araştırıcılığını sürdürmüştür. Türbeleri buna örnektir. Şehzade
Mehmet Türbesi'nde dilimli kubbe kullanmış, alışılmadık ölçüde süslü
bir yüz düzenlemesine gitmiştir. Kanuni Süleyman Türbesi'nde de iç
mekân ile dış görünüş arasında bir denge kurmak amacıyla örtü olarak,
Osmanlı-Türk mimarlık geleneğinde çok sık kullanılmayan çift yüzlü
kubbeyi seçmiş, iç kubbeyi yapının içindeki ayaklara, dış kubbeyi de
dış duvarlara taşıtmıştır. II. Selim Türbesi'nde ise geleneksel altı ya
da sekizgen plan yerine, yapı öğeleri arasında karşıtlık yaratan,
köşelerin kesik kare planını seçmiştir. Sinan'ın, denemeci tutumunu
öteki işlevlerde de sürdürdüğü gözlenir. Her zaman işleve, taşıyıcı
sisteme, yapının bulunduğu yere göre en uygun olacak biçimi
araştırmıştır.

Yola çıkış noktası geleneksel biçim ve plan
şemaları olmasına karşın, bunlara katı bir biçimde bağlı kalmamış,
koşulların gerektirdiği yerlerde yeni biçimlere yönelmiş, böylece eski
ile yeni arasında bir bağ oluşturabilmiştir. Sinan'ın yapıları mimarlık
bakımından olduğu kadar mühendislik bakımından da önem taşır. Bu
nedenle "ser mimârân-ı cihan ve mühendisân-ı devran dünyadaki
mimarların ve zaman içindeki mühendislerin başı" diye anılmıştır.
Yapılarının çoğunun 400 yıl sonra bile ayakta duruyor, hatta
kullanılıyor olması, onların taşıyıcı sistemlerine olduğu kadar
temellerine de özen gösterilmiş olmasındandır.

Sinan'ın mühendis
yanı su yollarıyla köprülerinde ortaya çıkar. Bunlarda zamanının sahip
olduğu tüm mühendislik bilgilerini uygulamış, hatta kimi zaman onları
aşan, ileri götüren tasarımlar gerçekleştirmiştir. İstanbul'un su
sorununu çözmekle görevlendirilmiş, bentleriyle, tünelleriyle, su
yolları ve su yolu kemerleriyle, biriktirme ve dağıtma yapılarıyla
uzunluğu 50 km'yi aşan ve Kırkçeşme adıyla bilinen su yapılarını
gerçekleştirmiştir. Süleymaniye Külliye'sine 53 milyon akçe harcanırken
Kıkçeşme yapılarına 43 milyon akçe harcanmış olması da zamanında
bunlara verilen önemin bir başka göstergesi olmaktadır.

Sinan,
köprülerini de en az öteki yapıtları kadar önemsemiş, toplam uzunluğu
635,5 m'yi bulan Büyükçekmece Köprüsü ile sağlam olduğu kadar güzel de
olan bir yapıt diye övünmüştür. En geniş açıklığı örtecek kubbeyi, en
ince ve uzun minareyi araştırmak, böyle bir minaredeki şerefelere
birbirleriyle kesişmeyen üç merdivenle çıkmayı denemek, bu mühendislik
dehasının yaratıcılığını ortaya koyan örneklerdir. Mimarlık, kimi
zaman, içinden çıktığı toplumun genel yapısıyla uyum içinde olan bir
bütünlüğe erişir. Bu, kendi gününün gereksinmelerini kendi
olanaklarıyla karşılayan, ama geçmişin deneyim ve anılarını da içeren
bir bireşimdir.

Yapı gereçleri, yapım yöntemleri, elde edilen
biçimlerle ve onlar da yerel-iklimsel koşullarla uyum içindedirler.
Bunları birbirlerinden ve içinde bulundukları toplumsal koşullardan
soyutlamak olanaksızdır. Ortaya çıkan biçimler toplumun büyük bir
çoğunluğunca benimsenen simgelere dönüşür. Toplumu neredeyse
yapılarıyla özdeşleştirmek olasıdır. Bu yalnız belli bir yere ve çağa
özgü, başka bir benzeri olmayan bir mimarlık demektir. İşte Mimar Sinan
böyle bir süreç içinde yer almaktadır. Tek tek yapıtlarından çok,
mimarlığı uyumlu ve kendi içinde tutarlı bir bireşime götürme yolundaki
çalışmalarıyla önem taşır.

Osmanlı-Türk mimarlığı onunla
birlikte bireşim sürecini tamamlamış, arayış aşamasından klasik
dönemine geçmiştir. Bu geçiş, biçim olarak kubbeyi, düzenleme ilkesi
olarak da merkezi planlı yapıyı anıtsal bir mimarlığın en önemli öğesi
olan kubbeyi ve ona bağlı taşıyıcılar sistemini en yalın ve açık
biçimde kullanıp onu anıtsal mimarlık düzenlemelerinin çekirdeği
durumuna getirmek Osmanlı-Türk mimarlığının dünya mimarlığına bir
katkısıdır. Böylece hem Doğu, hem Batı ile ilişki içinde olan, Anadolu
ve Akdeniz kültürlerine sahip çıkan bir Osmanlı-Türk İslam mimarlık
bileşimi ortaya çıkmıştır.

Bu, yapıya katkıda bulunan öteki
sanatları da etkilemiş, imparatorluğun her yerinde ki yapı eylemleri
için yol gösterici olmuştur.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://myforumm.net.tc
 
Mimar Sinan (1489 - 1588)
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: Türkiyem :: Atatürk ve Diğer Türk Önderlerimiz-
Buraya geçin: